Bilindiği üzere Prof. Dr. Yekta SARAÇ, 20 Temmuz 2021 itibariyle YÖK başkanlığında 2. dönemini doldurmuş olup kendisinin görev süresi sona ermiştir. Görev yaptığı süre boyunca akademisyenlerden sorumlu bir sendika olarak kendisini akademinin yararına yönelik icraatlerde tebrik etmiş, akademinin ve akademisyenlerin aleyhine gördüğümüz uygulamalarda ise kanun ve teamüllere uygun olarak eleştirimizi yapmıştık. Devlette devamlılık esastır ilkesi gereği yeni görevlendirilecek YÖK başkanından kamuoyunun önemli beklentileri ve istekleri bulunmaktadır. ÖGESEN olarak YÖK’e yeni atanacak başkandan beklentilerimizi gerekçeleri ile şu şekilde sıralamak istiyoruz;
50/D Sorunu ve Yardımcı Doçentliğin Gerçekten Kaldırılması: En üst seviyede eğitim almış akademisyenler 50/d kadrosu sebebi ile en verimli çağlarında işsiz kalmaktadır. Tüm alımların 50/d ile yapılması ve 33/a’ya geçişlerin de kaldırılması durumu, ülkemizdeki üniversitelerin büyük kısmının devlet üniversitesi olduğu düşünüldüğünde uzun vadede çok ciddi zararlar verecektir. Öncelikli çözüm önerimiz 33/a araştırma görevliliği kadrosu, eski adı yardımcı doçentlik yani adı doktor öğretim üyesi olan kadronun kaldırılması ile anılan kadronun yerine entegre edilerek kullanıldığında, ülkemizde kadro ilanı yönündeki bürokratik güçlükler ciddi olarak hafifletecektir. Ne yazık ki Sayın Cumhurbaşkanımızın öneri direktiflerine rağmen yardımcı doçentlik tam olarak kaldırılamamış, yalnızca adı değiştirilmiştir. Yardımcı Doçent ya da yeni adıyla Dr. Öğretim Üyesi kadrosu tamamen kaldırılarak sistemdeki kadro ilan etme tıkanıklığı giderilmeli ve yeni sistem kadro ilanına gerek kalmayan 33/a sistemi üzerine kurulmalıdır.
Norm Kadronun Kaldırılması ve İçeriden Yükselmede Kadro İlanından Vazgeçilmesi: Üniversitelerin akademik personelleri için görevde yükselme için mevcut uygulamada yeniden kadro ilanı yapılmaktadır. Bu uygulama hem iş yükünü arttırmakta hem de kendi personelinin görevde yükselmesi için o adayı tarif eden ilan şartları nedeniyle kamuoyu tarafından torpille akademisyen alınıyor algısı oluşturmaktadır. Bu nedenle üniversitelerde hali hazırda çalışan akademik personel üniversitesinin görevde yükselme şartlarını sağladığı taktirde ilana gerek kalmadan kadroya ataması yapılmalı, üniversite dışından akademik personel ihtiyacı olduğunda kadroya çıkma yöntemi uygulanmalıdır. Daha önce 2 kez denenen ama etkili olmadığı görülen norm kadro uygulamasından da vazgeçilmelidir.
Yeşil Pasaport Hakkı: Yeşil Pasaport, başkaca şartlar aranmadan tüm akademik kadrolara verilmeli ve akademisyenlerin yurt dışında gerçekleşen kongre, sempozyum gibi organizasyonlara katılımları kolaylaştırılmalıdır. Yeşil pasaport kanunen 3. Derece devlet memurlarına verilmektedir. Fakat akademide bir araştırma görevlisi dr.öğretim üyesi kadrosuna atanmadan memuriyette yılını doldursa bile yeşil pasaport alamamaktadır.
Doçentlik Sözlü Sınavının Tam Olarak Kaldırılması ve Doçentlik Kriterleri: Doçentliğe yükseltilme kriterleri akılcı bir filtreden geçirilmeli ve tüm üniversitelerde eşit uygulanmalıdır. Yine doçentlik şartları eski sisteme göre ciddi olarak zorlaştırılmasına rağmen sözlü sınav kalkmamış, üstüne üniversitelere atama şartlarında arttırma yetkisi verilmiş ve bu atama şartları da küçük büyük üniversite fark etmeksizin üniversiteler tarafından giderek arttırılmaya başlanmıştır. Atamada geçerli olan sözlü sınav gibi ucu açık bir uygulamada farklı üniversitelerden atanan jüri üyelerinin aynı standartlarda doçent ve Profesör olmuş akademisyenlerden oluşması büyük önem taşımaktadır.
Eş ve Sağlık Durumu Tayinleri: Zorunlu hizmet taşınması durumu hariç bu özel haklardan faydalanamayan ender meslek kollarından biri akademisyenliktir. Özellikle eş ve sağlık durumu gibi zarureti belirli şartlar ile kanıtlanmış hallerde, geçiş yapılacak üniversitenin atama ve yükseltmedeki asgari şartları da sağlanıyor ise kadro ilanına gerek kalmadan ve norm kadro dışı naklen geçiş hakkı olmalı ve anılan bilim insanlarının aile birliğini kurmasının ve ender hallerde gerekli olabilecek iyi sağlık şartlarına ulaşmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır. Hem ebeveynler hem de yeni yetişen nesillerimiz için aile birlikteliğinin sağlanması bir ihtiyaçtan öte ülkemizin faydası gereğidir ve bir zorunluluktur.
Akademik Askerlik: Geçmişte de gündeme getirdiğimiz ve kabul gören akademik askerlik, yani ihtiyaç olan yerlerde akademisyen olarak çalışarak vatani görevini yerine getirebilme hakkı, bedelli askerliğin kabul gördüğü şu günlerde özellikle gündeme tekrar gelmelidir. Destek programları tarafından desteklenen projeleri yürüten akademisyenler bu statüden öncelikli olarak yararlanabileceklerdir.
Araştırma Desteklerinin Çeşitlendirilmesi ve Ödenek Miktarlarının Arttırılması: Günümüzde bilim insanlarımızdan ülkemiz bilimine, ekonomisine ve dünya bilimine katkı yapması beklenmekte fakat ne yazık ki gerekli maddi destek sağlanamamaktadır. Birçok gelişmiş ülkede bilimsel buluşlar çok yüksek meblağlara varan desteklerin sonucunda ortaya çıkmaktadır. Genç akademisyenlerin iyi yetiştirilmesi son derece önemlidir. Diğer yandan tecrübeli kıdemli akademisyenlerin bilim ekiplerini oluşturarak daha verimli olmaları sağlanmalıdır. Üniversitelerin BAP birimleri üniversite yönetiminin uhdesinde olmamalıdır. Bu birimin kurullarındaki akademisyenler senato tarafından belirlenen ve tüm üniversite kamuoyunun oylaması sonunda kabul gören kriterlere göre atanmalıdır.
Akademik Dil Sınavı: “Yabancı Dil Sınavı” dil yeterliliğinin kanıtlandığı bir sınav olmaktan çoktan çıkmış, kişileri elemek ve önlerini belirli aşamalarda kesmek amacına hizmet etmeye başlamıştır. Ne yazık ki geçmişte sınavların bu sistemi yalnızca FETÖ’ye uygulanmamış, FETÖ’cü sözde akademisyenler bu aşamalarda hiç takılmadan yoluna devam ederken vatanperver akademisyenlerin yılları heba olmuştur. Artık YÖKDİL yerine akademiye özgün ve dört dil becerisini de ölçen yeni bir şekle de sokulmalıdır. Bu sınavla kişilerin dil becerileri ölçülmeli, eleme amaçlı hareket edilmemelidir. Yabancı dil aşamalarında sınav öncesi üniversiteler her aşamadaki akademisyenlerine ayrı ve etkili kurslar düzenlemeli bu kursları belli sürelerde ve tekrarlarda tamamlayamamış akademisyenlerin akademisyen kadroları değerlendirilmelidir. Her şeyi akademisyenden beklemek çok da insaflı bir yaklaşım değildir.
Akademik Mobbing: Yükseköğrenimde yıllardır süregelen uyarılarımıza rağmen mobbing yani psikolojik taciz ve yıldırma vakaları giderek artmakta ve bu durum birçok sorunu beraberinde getirmektedir. Mobbing çalışma verimini düşürmekle kalmayıp bilim insanlarının psikolojilerini, pozitif motivasyonlarını ve özgüvenlerini dolayısıyla yaşam kalitelerini olumsuz yönde ciddi şekilde etkilemektedir.
Nepotizm: Akraba ve yakınların kayırmacılığı akademik yaşamın ülkemizdeki en büyük sorunlarından biridir. Kamuoyuna da yansıdığı üzere YÖK ve adli yargıyı da gereksiz meşgul etmektedir. Bu uygulamalar toplumun akademiye saygısını ciddi anlamda yıpratmaktadır. Bu uygulamaların önüne geçecek mevzuat hızla hazırlanmalı ve tavizsiz uygulanmalıdır.
Havuz Sistemi: Yukarıda saydığımız ana sorunların, kronikleşen sorunların hemen tamamını çözecek olan sistemdir. 2018 yılında o dönemin CHP Bursa Mv. Sn Dr. Ceyhun İRGİL ile ‘’Akademik Kariyer Platformu’’ olarak kabul görmüştü. Daha sonra da adı değişti ve bu ay sonuna kadar açıklanacağı söylendi. Ancak bir açıklama yapılmadı ve bu haberden sonra duyuru yapılmasını bekliyoruz. Havuz Sistemi önerdiğimiz hali ile geçerse Akademinin Tümörü 50-d sorunu, eş durumu tayinleri, liyakatli atama başta olmak üzere birçok soruna köklü çözüm olacaktır. Yükseköğretimin fidanlığı Araştırma Görevlileri genç meslektaşlarımıza bu müjde verilmeli. Hatta 2015 sonrası Doktoralı herkes bu havuza dahil edilmelidir. 50/d statüsünde atanan araştırma görevlilerinin haklı olarak yaşadıkları gelecek kaygıları nedeniyle verimlilikleri düşmekte ve motivasyonları kaybolmaktadır. Kimi zaman aynı iş yerinde mevkidaşları ile aynı işi yürütmekte olsalar da, doktor unvanını aldıkları gün işsiz kalacakları gerçeği ile ne yazık ki her an mutsuz ve huzursuz biçimde çalışmaktadırlar.
Rektörlük atamaları: Yakın zaman önce Boğaziçi Üniversitesi örneğinde gördüğümüz üzere rektörlük atamalarının ilgili üniversitede görev yapan tüm personelin hatta öğrencilerin de dahil olduğu demokratik bir seçim üzerinden yapılması tartışmaların sonlanması açısından önemli, demokratik bir adım olacaktır.
Denklik Sorununun Çözülmesi: ÖSYM ve YÖK’e güvenerek yurtdışında üniversite okumaya giden gençlerimiz okudukları üniversitenin daha sonradan denklik listesinden çıkmasıyla önemli problemler yaşamaya başlamıştır. YÖK bünyesindeki denklik kurullarının işlevlerinin arttırılarak objektif şekilde öğrencileri bekletmeden denklik işlemlerinin yapılması gerekmektedir.
İkinci Yabancı Dil İstenmesinin Kaldırılması: Çalışma alanı yabancı dil olan (yabancı dil eğitimi, yabancı dilbilim vb.) akademisyenlerden ikinci bir yabancı dilde puan almaları istenmektedir. Ancak bu durum, liyakate veya alan bilgisini arttırmaya hizmet etmekten öte bir baraj olarak kullanılmaktadır. Zaman ve enerji kaybına yol açmakta ve hatta insanların yükselmesini engellemek isteyenlerin elinde bir mobbing aracına dönüşmektedir. Akademisyenlerin ikinci bir dili öğrenmesinin zorunlu tutulması yerine, çalışma alanları olan yabancı dilde yeterli olup olmadıkları ölçülmelidir. Ancak ikinci bir yabancı dili TOEFL düzeyinde bilmek geçerli bir teşvik unsuru olabilecektir. Akademinin her aşaması teşvik edilmeli ancak karşılığı ülke bilimine ve/veya dünya bilimine katkı anlamında istenmelidir.
Öğrenci Affı: Öğrenci affı da ülkemizin geleceği olan gençlerimizin önemli taleplerden birisi olarak bizlere ulaşmakta. Maddi problemler ya da ailevi sebeplerden ötürü Üniversitelerde okumuş oldukları bölümleri istedikleri halde bitiremeyen birçok öğrencimiz bulunmakta. Geçmiş yıllarda da olduğu gibi terörle iltisakı olanlar hariç olmak üzere kapsamlı bir öğrenci affının tekrar gündeme gelmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz.
Yukarıda saydığımız kronikleşmiş sorunlar dışında diğer sorunların çözümü de oldukça basit. Yeni YÖK başkanlığı ve yönetimi ile eski yönetim ile ilk başta kurulan fakat daha sonrasında bozulan ilişkilerin ötesinde daha yapıcı ve çözüm odaklı bir diyalog köprüsü kuracağımızdan eminiz. Özellikle Z kuşağı dediğimiz gençlerimizin hem şahsıma hem de ÖGESEN’e olan teveccühleri de gösterdi ki bizlere büyük bir sorumluluk yüklenmiş durumda. Bu sorumluluk ve bilinç ile sorunların çözümü için atılacak her adımda bizler varız.
Kısaca liyakati öne alan, nepotizmden uzak duran, hiçbir vakıf-dernek-cemiyet veya oluşuma yakın olmayacak bir YÖK yönetimi oluşturulmalıdır. Ak Parti Hükümetleri döneminde eksik kalınan ve verim alınamayan yegâne alan Eğitim olmuştur. Bunu birçok kez dile getiren Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bu kez sorunlara kökten çözüm bulabilecek bir YÖK Başkanı ve Yönetimi tesis edeceğini düşünüyoruz. Bu kadar büyük bir genç nüfusa sahip ülkenin yapması gereken ilk iş eğitim sisteminde yaşanan sorunları çözüme kavuşturmak ve gençleri yurt dışına kaptırmamak olmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, En büyük savurganlık, okumuş insanı okuduğuna pişman etmektir!