Boğaziçi Üniversitesi ve YÖK Üzerine Bir Röportaj
Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne atanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevap: Biliyorsunuz önceki dönemlerde rektörler üniversitelerde öğretim üyesi statüsündeki dr. öğr. üyesi, doçent ve profesörlerin oy kullanarak ilk 3 sırayı belirlemesi ve bu 3 sıradaki adayların isimlerinin de yöke gitmesiyle ve en son da sn cumhurbaşkanının kararıyla ataması gerçekleşleşiyordu. Bu sistemin bir yönü de rektörün aynı üniversite içinden gelmesiydi. Sonra olağan üstü hal döneminde çıkan KHK’ların birinde rektörlük atama sistemi de değişti ve rektör olmak isteyen profesörlerin kdem şartı aranmadan doğrudan YÖK’e başvurmaları ve yine sn cumhurbaşkanının kararıyla atama gerçekleşir hale geldi. Melih Bulu’nun atanması bu açıdan bakıldığın yasalara ve kurallara uyan bir atama.
Melih Bulu’nun atanmasına hem Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin hem de farklı üniversitelerdeki öğrencilerin bu kadar çok tepki göstermesi neyin göstergesi?
Cevap: Günümüzde öğrencilerin bizim dönemlerimize göre daha özgür, daha duyarlı olduğunu görebilmekteyiz. Eskiden fakültedeki hocasının odasına dahi girmeye çekinen öğrenciler varken bugün üniversitesine atandığı rektörü ve sistemi eleştiren bir öğrencilerle karşı karşıyayız. Öğrenciler yıllar geçtikçe gelecekleri ve eğitimleri konusunda daha fazla söz sahibi olmak istiyor. Özellikle üniversitelerimizde öğretim görevlisi ve öğretim üyesi atamalarında alenen görülen liyakat dışı kişiye özel kadrolar ve atamaların sonuçları öğrenciler tarafından da görülmektedir.
Melih Bulu dün yapış olduğu açıklamada öğrencilerin yanında olduğu açıklamalara öğrenciler sırtlarını dönerek tepki koydu bu bize neyi gösterir?
Melih Bulu Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanabilecek düzeyde bir akademik geçmişe sahip mi?
Cevap: Melih Bulu’nun ODTÜ’den lisans, Boğaziçi Üniversitesi’nden de yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamladığını görüyoruz. Ayrıca kendisi savunma sanayiinde de önemli görevlerde bulunmuş başarılı bir akademisyen. Ayrıca vakıf üniversitelerinde de rektörlük tecrübesinin bulunmakta. Kendisinin siyasi geçmişi ve bu geçmişi nedeniyle atanıldığının düşünülmesi geçmişteki başarılarını gölgeledi. Bu kendisi için bir şansızlık. Keşke bu şekilde anılmadan atanmış olsaydı.
Akademisyenlerin ama özellikle de üniversite öğrencilerinin rektörlere karşı bakış açısını nasıl değerlendirirsiniz günümüz Türkiye’sinde rektör sorunu mu var?
Cevap: Yeni nesil öğrencilerimizin dayatmadan hoşlanmadığını ve kendilerini yönetecek kişilerin seçiminde söz sahibi olmak istediklerini görüyoruz. Benim geçişte de yaptığım açıklamalarda belirttiğim üzere rektörlük seçimleri o üniversitedeki öğrencilerin ve tüm personelin de dahil olduğu bir seçim süreci ile gerçekleşmeli. Bu sistemde direkt cumhurbaşkanlığından gelen rektör bunu gerekçe göstererek akademisyenlerin ve öğrencilerin taleplerini görmezden gelebiliyor maalesef. Rektörlerin atandığı kurumların kültürüne, personeline ve öğrencilerine karşı kendini sorumlu hissetmesi önemli bir gerekliliktir.
Bugünün Türkiye’sinde rektörler cumhurbaşkanı tarafından atanarak göreve başlıyorlar sizce atama ile göreve başlayan bir rektör mü, yoksa üniversite tarafından seçilmiş bir rektör mü?
Cevap: Seçilmiş bir rektör ama üniversitedeki herkesin oy hakkının olduğu bir sistem. Yurtdışında bir çok başarılı örnek bulunmakta bu konuda. Bu aynı zamanda kurumsallık ve aidiyet için de önemli bir gereklilik. Özellikle ülkemizde üniversitelerin özerk olduğunu düşünüdüğümüzde atanmış bir rektölük görevlendirmesinin sebep olabileceği olumsuzlukları kısmen görmeye başladık. Kısa bir süre önce vakıf üniversitelerindeki gibi mütevelli heyeti ile yönetim sisteminin devlet üniversitelerinde de olabileceği belirtilmişti. İyi yapılandırılmış bir sistemle bu da mümkün olabilir. Üniversitelerdeki rektörler bulundukları ilin valisinden bile geniş yetkilere sahip bunun doğru yönlendirilmesi son derece önemli.
Türkiye’de bakıldığında her ilde üniversite var ama ilk 100 içerisinde tek bir üniversite dahi yok. Bununla ilgili düşünceleriniz nedir?
Cevap: Bu durum tam özerlik, özgür akademik ortam ve bütçe ile alakalı bir durum. Öğrencilerin ve akademisyenlerin kendini rahat hissettiği, sosyal ve özlük haklarında problem olmadığı zaman daha kaliteli bir eğitim ve bilimsel çalışmaların olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna ek olarak ekonomik olanakların da iyi olması gerekiyor. Bugün ABD’deki önemli üniversitelerden bir tanesinin yıllık bütçesi Türkiye’deki tüm üniversiteler için ayrılan kaynaktan çok daha fazla. Üniversitelerin ar-ge yatırımları sonucunda üretimlerini pazarlamaları ve kendi kaynaklarını yaratmaları durumda çok daha üst sıralarda yer aldıklarını görüyoruz.
Boğaziçi Üniversitesi’nde asılan kelepçe akademik camiada ve Türkiye’de neyin göstergesi?
Cevap: Bu konuda güvenlik güçlerinin açıklamalara göre önlem amacıyla gerçekleştirdikleri bir hareket. Duyduğumuz kadarıyla olayla ilgili soruşturma açılmış olup ilgili kişilerin ifadeleri alınıyor. Soruşturma sonucunda daha net yorum yapabilmekle birlikte gerek protestoların gerek ise alınan önlemlerin demokratik olması önem taşımakta.
Türkiye’de akademisyen olmak basitleştirildi mi?
Cevap: Akademisyenlik bir iş değil motivasyonla yapılabilecek bir kariyer mesleği. Günümüzde öğrencilerin kendilerine uygun bir iş bulamadığı için lisanüstü eğitime ve akademisyenliğe yöneldiğini görüyoruz. Bugün hangi olay, neden olursa olsun görüşleri alınmak üzere komisyonlara alınan ya da ekranlara çıkarılan kişiler akademisyenlerdir. Bu güvenin karşılığını bulabilmek ve verebilmek için yeni yetişen genç akademisyenlerin de kaliteli bir şekilde gelmesi gerekiyor. Sıklıkla haberlerde gördüğümüz liayakatsız atamalar, eş,dost, akrabaya çıkarılan kadrolar maalesef akademisyenliğin toplum tarafından basit görülmesine neden olmakta.
Bu protestoların yarattığı durum ilerleyen zamanlarda gerçekleşmesi muhtemel olan atamaları durdurabilir mi ya da Bulu rektörlük koltuğundan alınabilir mi?
Cevap: Kendisini tanıdığımız kadarıyla Sn Erdoğan bu konularda geri adım atabilecek bir profilde değil. Sn Bulu’nun kendi istifa etmediği taktirde görevden alınmasını ihtimal dahilinde görmüyorum. Bürokratların da Sn. Erdoğan’a yanlış bilgiler vererek atama yaptırdıklarını geçmişten görebiliyoruz.
Hükümetin bilime ve üniversiteye karşı bakışını nasıl görüyorsunuz?
Cevap: Üniversitelerin dünyanın her yerinde özgür düşüncenin ve yaşamın egemen olduğu yerlerdir. Gelişmiş devletlerin üniversitelerdeki özgür düşünceyi ve bilimsel çalışmaları desteklediğini ve buna müdahale etmediklerini görüyoruz. Ülkemizde henüz bunu tam olarak göremesek de ilerleyen süreçlerde bu konularda önemli adımlar atılabileceğini düşünüyoruz.
Türkiye özgür düşünce ortamından uzaklaştı mı?
Cevap: Özgür düşünce toplumsal bir olgu. Toplumun özgür düşünceden yoksun olduğu yerlerde üniversitelerde de bunun olamayacağını iyi biliyoruz. Doğumla birlikte aileden başlayan eğitim sürecinde çocukların düşüncelerine değer verildiği, tercihlerinden dolayı baskı altında olmadığı bunun devamında da okullarımızda bireyselliğin önem kazandığı ve desteklendiği eğitim programlarıyla ileriki kuşakların daha özgür bir toplumda yaşayabileceğini söyleyebiliriz.
Üniversiteler ve siyaset. Bu iki kelimeyi nasıl değerlendiririsiniz?
Cevap: Tamamiyle zıt kavramlardır. Siyaseti üniversitelere soktuğumuz zaman üniversitelerin özerk yapısından ve özgür düşünceden taviz vermiş oluruz. Siyasetteki kokuşmuşluk üniversitelere geçtiği zaman bundan bu kurumlardan mezun olacak öğrenciler de etkilenmekte ve domino taşı gibi bu kokuşmuşluk tüm topluma yayılmakta. Ülkemiz açısından da bu konuda gelişme göstermemiz gerekmekte. Özellikle küçük illerde siyasi partilerin il başkanlarının üniversite üzerinde etkili olduğunu ve alınan kararlara ya da alınan personele etki ettiğini duymaktayız. Bunu önemsememiz ve siyaseti üniversitelerden uzak tutmamız gerekiyor. Bu durum akademisyenler siyasete giremez olarak algılanmamalı. Akademisyenlerin de siyasi görüşü olabilir. Fakat bu durumu işine ve öğrencilerine yansıttığı ya da bunu kullanarak görevde yükselme, kadro gibi işlere yönelttiği taktirde buna müdahale edilmeli. Siyaset yapacak akademisyen ya da yöneticiler cübbelerini çıkarıp aday olabilirler. Fakat geri dönüşlerde de siyasi kimlikleri nedeniyle liyakatsiz şekilde görevlere atanmasının önüne geçmeliyiz.
YÖK’ün tutumunu nasıl değerlendirdiniz? YÖK sizce kalkması gereken bir kurum mu?
Cevap: YÖK bildiğimiz üzere 1982 darbesinin ürünü. Geçmiş dönemlerde üniversitelerin üzerinde demoklesin kılıcı gibi duran YÖK günümüzde Yeni ! YÖK adıyla hiçbir sorumluluk almayıp yetkiyi üniversitelere bırakarak süreci yönetmeye çalışmakta. Geçmişteki açıklamalarımda da dediğim üzere üniversitelerle ilgilenen bir bakanlığın kurulması daha etkili olacaktır. Bu durum sorunlara kısa sürede çözüm bulunmasında da etkili olacaktır. Günümüzde akademisyenlerin hiçbir problemine çözüm bulmayan ve kaçak güreşen YÖK’ün varlığının sorgulanması son derece doğal.